Aklımda tatile gitmek fikri bile yokken Skyscanner bana reddedemeyeceğim bir mail yolladı. Ucuz uçak bileti fırsatlarına göz atarken, vize istemeyen Belgrad‘ın gidiş dönüş sadece 260 tl’ye geldiği görünce dayanamadım ve bileti alıverdim. Kısa bir balkanlar ziyaretinden zarar gelmez düşüncesiyle Belgrad’ı rotalarıma ekledim, bu şehre aşık olacağım aklımın ucundan geçmezdi.

Uçuşum Türk Havayolları ile Atatürk Havalimanından sabah saat 8’deydi. Sorunsuz sakin bir uçuş sonunda Nicola Tesla Havaalanına vardım. Girişteki polisler biraz gergin, sizi hemen uçağın çıkışında karşılayıp oldukça garip bir tavırla pasaportlarınızı kontrol ediyorlar. Neyse ki bir sorun çıkmadan giriş iznimi alıp bavuluma kavuştum.

Havaalanı oldukça küçük. Uçaktan indikten 10 dakika sonra alanı terk edebilirsiniz. Ve kapıdan çıkar çıkmaz göreceğiniz A1 numaralı otobüs ile 300 sırp dinarı karşılığında yarım saatte merkeze ulaşabilirsiniz.

Sırbistan’a giderken yanınıza dolar yada Euro alın ve öncelikle merkeze kadar yanınızda para bulunması açısından havaalanındaki makinadan bir 5-10 Euro çevirin. 10 Euro havaalanındaki makinanın kuruyla 1170 sırp dinarına denk geldi. Siz otobüse sadece 300 ödeyeceksiniz. Geriye kalan paranızı merkezde her yerde bulabileceğiniz döviz bürolarında çevirebilirsiniz.

 

 

 

 

 

 

Ben Belgrad’da 3 gece 4 gün geçirdim ve toplamda sadece 100 Euro harcadım. Belgrad’ın meşhur gece hayatının tadını da çıkarırım diyorsanız maksimum 120 Euro harcarsınız bu şehirde. Avrupada günde 50 Euro’nun altına inmek zorken, bu fiyatlar Belgrad’ı gözde bir rota haline getiriyor.

Şehri bilmediğim için ve duraklarda bile latin alfabesine dair hiçbir belirti olmadığı için daireyi bulana kadar oldukça zorlandım. Sağ olsun havaalanı otobüsündeki bir amca çaresizliğimi görüp bana adresime bakarak hangi otobüse binmem gerektiğini gösterdi. 4 durak sonra mahalledeydim.

Odaya yerleştikten sonra biraz dinlenip etrafı keşif için düştüm yollara.

Daireyi kiraladığım bölgeye Kapetan Minisa deniyor. Ve burası konumu açısından Belgrad şehrinin en nezih yerlerinden biriymiş. Ben köşedeki cafede tanıştığım türk abimizden öğrendim. Zaten sokaklar o kadar güzel ve düzenli ki müzik dinleyerek saatlerce yürüyebilirdim.

Gelelim asıl meseleye. Bu nezih yerdeki tertemiz iki kişilik daireye 4 gece için sadece 243 tl ödedik. Yani kişi başı 120 gibi bir fiyata denk geliyor. Bu gerçekten komik bir fiyat. İçinde mutfağı interneti ve ana caddeye sadece 2 adım olması düşünüldüğünde inanılmaz bir ucuzluk.

Birinci günümü kaldığım sokaktan çok uzaklaşmadan etrafa göz atarak bişeyler içip insanlarla sohbet ederek geçirdim. Ertesi gün arkadaşımı merkezden alıp eşyalarını odaya yerleştirdik ve tatilim benim için işte o zaman başlamıştı.

Gelelim Belgrad’da ne yenilir ne içilir mevzusuna;

Et gerçekten inanılmaz ucuz. Marketlerde oldukça büyük ve kalın biftekleri türk lirasında 3 tlye denk gelecek fiyatlara alabiliyorsunuz.

Biz genelde dışarıda yedik çünkü o kadar ucuz ki evde uğraştığımıza değmeyecekti. Şehirde lüks restorant kültürü kesinlikle yok. Genelde al git tarzı pratik makarna pizzacılar var. Oturup yemek yiyebileceğiniz restorantlarda ise fiyatlar yine gerçekten şaşırtıcak derecede düşük.

Biz yöresel yerlerde bir şey yemezsek olmaz. Gezmenin başlıca şartlarından olarak görüyorum bunu. Gittiğimiz yerde canlı müzik bile vardı. Ortaya iki kişiye rahatlıkla yetecek büyük bir karışık et tabağı söyledik. Bir tabakta patates kızartması ve yanına salata. Birer tane de bira içtik ve bütün yemek boyunca canlı müzikle beraber toplamda 12 euro gibi bir hesap ödedik.

 

 

 

 

 

Bizim takılmaktan en çok keyif aldığımız yer, kaldığımız sokağın köşesindeki Pastis Bistro oldu. Kahve ve içkilerin fiyatı Türkiye’ye göre yine oldukça düşük fakat Belgrad’a göre çok az fazla kalıyordu. Mekan iki katlı fakat oldukça küçük biyer. Toplamda 50 kişiyi alabilecek bir mekan düşünün ama günün hiçbir saatinde boş yeri kolayca bulamıyorsunuz. Sabah kahve için uğrayanlar, akşam club öncesi bişeyler içmeye gelmiş güzel sırp ablalarımızla dolup taşıyordu.

 

Aslında Belgrad’da Avrupa sınırlarında görmeye alıştığımız çok değişik mimariler, tarihi kalıntılar olduğunu söyleyemem. Osmanlı’dan kalan Kalemegnan ve bir kaç eski tarihi bina dışında şehirde görülecek pek bir şey yok. “E peki o zaman sen nesine aşık oldun?” diye sorarsanız, sanırım buna. Şehrin genelinde sovyetler mimarisi hakim. Sokaklarda grafitiler oldukça fazla ama garip bir şekilde bir o kadar da sade. İstanbul’dan sonra tam da ihtiyacım olan görseli sundu bu şehir bana. Sessiz, nüfus azlığı, sakin insanlar ve trafiksizlik.

Yeni Belgrad’da bir turist olarak yapabileceğiniz pek bir şey yok. Kesinlikle konaklamak ve vakit geçirmek için eski Belgrad’ı tercih etmenizi tavsiye ederim. Şehri boydan boya 2-3 saatte bitirmeniz oldukça mümkün zaten…

 

Mutlaka görmeniz gereken yerlerden bahsetmem gerekirse de; Hotel Moscow, National Assembly, St. Sava Temple ve tabi kii Nicola Tesla Museum’u söyleyebilirim.

 


 

 

 

 

Benim şehirdeki en favori yerim, bizim konakladığımız yere göre şehrin bir diğer ucunda kalan St. Sava Klisesi oldu. Hala restore ediliyordu ama buna rağmen içeri girdiğiniz anda o yüksek ve büyüleyici tavana bir süre baka kalıyorsunuz. İçeride fotoğraf çekmek malesef yasaktı.

Belgrad şehrinde görülecek yerleri çok rahat davranıp hiç acele etmeyerek toplamda 2 günde bitirmeniz mümkün. Bize de böyle oldu. Ne yapsak ne yapsak diye düşünürken karşılaştığımız bir Türk abimizden Zemun‘a gitme fikrini aldık. Önce tramway sonrada uzun süren bir otobüs yolcuğulundan sonra (orda şımardık 25 dakikaya uzun der olduk:)) Zemun’a ulaştık.

Size gönül rahatlığıyla söylüyorumki, Belgrad ziyaretimin açık ara en güzel günü Zemun’a gittiğimiz gündü. Yaklaşık 3-4 kere pasaportumu yakıp oralarda kalmayı düşündüm:)

Zemun küçücük bir kasaba. Nehir kenarında sessiz, az nüfuslu ama oldukça şirin bir yer. Tahmin ediyorumki yaz mevsimlerinde nehir kenarındaki yer biraz daha turistle dolabilir. Ama şanslıyız ki biz çok iyi bir zamanda gittik ve küçük kasabayı özgürce gezdik.

Yemekler Zemun’da da en az Belgrad’ın içindeki kadar ucuzdu. Gözümüzün açlığından 4 kişilik bir masa hazırlatıp iki kişi yedik. İçecekleri salataları ve dev porsiyonlarıyla hem gözümüzü hem karnımızı doyurup 10 euro gibi bir ücret ödedik. Çok daha ucuza bir şeyler atıştırabileceğiniz seçenekler mevcut etrafta tabi ki.

 

Zemun’da özellikle gidip görmeniz gereken tek şey ana caddesinde kurulan tezgahlar. Bir sürü şeker satan ablamızdan komaya girmemize yetecek kadar şeker ve çikolatayı yine çok komik rakamlara alarak sokaklarda keyifle yiyerek gezdik.

Keşke Belgrad’ın bana ne kadar iyi geldiğini, huzur verdiğini doğru bir şekilde kelimelere dökmenin yolu olsaydı. Ama elimden geldiğince size bilgi vermeye çalıştım. Umarım bu şehre doğru zamanda doğru insanla gidersiniz. Çünkü işte o zaman gerçekten görülmeye değer:) Şimdiden iyi yolculuklar.