Bilbao’ya seyahat etme fikri, 7 senedir internet üzerinden arkadaş olduğum Imanol’u görme isteğimle gelişti. 7 sene önce İngilizcemizi geliştirmek adına tanıştık ve bu konuda birbirimize inanılmaz emek verip, aynı zamanda mükemmel bir arkadaşlık kurduk. Artık görüşmenin zamanı gelmişti, en yakın arkadaşım da İspanya’da olacaktı fırsat bu fırsat diyerek 14 Şubat (doğum günüm) tarihine biletimi aldım.

Biletimi Thy’den kredi kartımın millerimi kullanarak sadece 15 tl karşılığında satın aldım. Ama normal fiyatı da gidiş dönüş 400tl gibi bir fiyata denk geliyordu. Fiyatın uygunluğunda bileti 4 ay önceden almış olmamız da baya etkili tabiki

ilk gün;

Türk Havayolları ile İst- Atatürk-Bilbao seferinin atlattığı ciddi kaza tehlikesini bir çoğunuz ya televizyonda ya da internette görmüşsünüzdür. İşte ben o cehennem gibi iniş sonrası bembeyaz yüzüm ve 0’a inmiş tansiyonumla havaalanında yaklaşık 1 saat kendime gelmeyi bekledim. Sonra atladım havaalanı otobüsüne, yaklaşık 2 Euro ödeyerek, trenle başka bir şehirden gelen en yakın arkadaşımla buluşmaya gittim.

Pelin’le gittiğimiz hiçbir tatilde günde 4 saatten fazla uyumadığımız ve odada hiç vakit geçirmediğimiz için genelde tercihimiz temiz, ucuz hostellerden yana oluyor. Ve tabiki Booking yardımıyla rezervasyonumuzu çoktan yapmıştık vardığımızda 6 gece konaklayacağımız otele kişi başı 235 tl ödeyerek yerleştik. Günlük 40 tl gibi bir fiyata geliyor, eğer bizim gibi iki kişilik oda yerine toplu odalarda kalmayı uygun görürseniz günlük 20 tl’ye bile oda bulabilirsiniz.

Kaldığımız hostel’in adı, Moon Hostel Bilbao

Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra attık kendimizi sokağa. Öncelikle sizi şu konuda uyarmayalım Bilbao’da kış aylarında gün içinde 4 mevsim yaşanabiliyor. Hostel’den çıkarken hava o kadar kötüydü ki montlarımız berelerimizle çıktık ama 1 saat sonra güneş açtı ve sıcaktan bunalıp kazakla gezdik:) Bu yüzden yanınızda her koşula uygun kıyafet götürmenizi tavsiye ederim.

Daha önceki İspanya seyahatimden bildiğim ve hatta Türkiye’de olduğum süreçte sık sık aklıma gelip özlemini çektiğim Telepizza‘dan bahsetmenin zamanı geldi. İspanya deyince aklıma gelen ilk 3 şeyden biri bu pizzacı gerçekten. Her şehirde değişmek üzere indirim günleri de var. Haftada bir gün orta boy her çeşit pizzadan birine 1 Euro ödüyosunuz sadece.

Hostel’in etrafında bakınmaya çıktığımızda şehrin neredeyse hayalet şehir denebilecek şekilde boş olduğunu farkettik. Sadece bir sokak ötede bir Telepizza ile karşılaştığımızda ise, tutabileceğimiz en iyi hosteli tercih ettiğimize ikna olmuştum. 3 dakika uzaklıkta bir Telepizza! DAHA NE OLSUN?

Vardığımız gün 14 şubat, benim doğum günüm olduğundan ötürü akşama Imanol ve arkadaşlarıyla bi program yapmıştık. Seneler sonra Imanol’ü yüz yüze göreceğim için de fazlasıyla mutlu ve heyecanlıydım. Akşam bizi Hostel’den almaya geldiler ve büyük buluşma sonrası arkadaşlarıyla içip eğlenmek için tuttukları dükkana gittik.

Evet dükkan.
İçerisine masa ve koltuk atılmış. Müzik çalardan buzdolabına kadar herşey düşünülmüş ve tavana da farklı ülkelerden topladıkları bayrakları asmışlar. Ben tabiki koca tavanı kaplayacak büyüklükte bir Türk bayrağı götürmüştüm:) Böyle durumlarda milliyetçiliğim tutmuyor desem yalan olur.

Sudan ucuza aldığımız içkilerimizi biraz abarttıktan sonra çılgın İspanyol eğlence tarzını bir de Bilbao’da görelim diyerek bir Club’e gittik. Mekanın adını hatırlamam ne yazık ki mümkün değil:) Ama büyük mekanların neredeyse merkezden yarım saat gibi bir uzaklıkta olduğunu söyleyebilirim.

Giriş için ödediğimiz fiyat 15 yada 20 Euro gibi bir ücretti, bir içki dahil olmak üzere. Şunu söyleyebilirim ki İspanyollar eğlenmeyi biliyor. TEK SIKINTI, gerçekten çok kolay sarhoş olmaları.

Hostel’e taksiyle döndük. Bilbao’da taksiye binmekten korkmayın 10 euroya bütün şehri gezebilirsiniz.

Ertesi sabah kendimize kahvaltı ettikten sonra tabi ki hemen dünyaca ünlü mimari harika Guggenheim Müzesi‘ni görmek için yola koyulduk. Şehirde bir tramway ağı ve metro mevcut fakat biz otobüsü tercih ettik müze için.

Müzeye vardığımızda öncelikle gözünüze önündeki bitki ve çiçeklerden yapılmış olan “Puppy” çıkıyor. Ben Puppy’i görmeyi uzun zamandır bekliyordum bu yüzden koşup hemen kendisiyle bol bol fotoğraf çektirdim:) Ve daha sonra inanılmaz değişik mimarisiyle bizi kendisine doğru çeken Guggenheim’e koştuk.

Müzeye giriş ücreti, 8 Euro. Eğer isterseniz yanlış hatırlamıyorsam 5 Euro gibi bir ücrete size eserlerin hikayelerini dinleyebileceğiniz bir alet veriliyor. Fakat biz onu çalıştırmayı başaramadık. Ve utanarak söylüyorum çoğu modern çalışmayı da oldukça abartı ve anlamsız bulduk. Biraz sıkkın bir şekilde çıktık müzeden çünkü beklediğimizi bulamamıştık. Müze’nin içi ne kadar sıkıcı geldiyse dışı da bir o kadar muhteşem ve büyüleyiciydi.

Küçük nehre bakan arka tarafındaki büyük örümceği görünce biraz ürktüğümü söyleyebilirim. Çünkü boyumuzun yaklaşık 5 katı büyüklükteki bu örümcek oldukça gerçekçiydi. Fotoğraflarımızı çekerken müzenin etrafındaki havuzdan buharlar yükselmeye başladığını gördük. Ne oluyor ters bir şeyler mi var dememize kalmadan bunun müzenin bir parçası olduğunu farkettik. Ve manzaranın tadını çıkardıktan sonra hediyelikçilere doğru şehre karıştık.

Adım başı durup kıyafet mağazalarına ve yiyecek deneyimlerine girişerek tamamladık günümüzü. Ertesi gün old town’ı görmek üzere anlaşıp günü erkenden kapattık.

Old Town’ın çok büyük ve görkemli olduğunu söyleyemem ama çok güzel şaraplar deneyip Tapas’ların tadına bakabileceğiniz mekanlar var. Hatta kare şeklinde meydandan oluşan bir yer bulmuştuk. Tapas‘ların tadını unutamıyorum ve şarap fiyatına göre fazla lezzetliydi.

Bir akşam arkadaşım Imanol’un önerisiyle Athletic Bilbao ve Espanyol’un futbol maçını izlemek üzere buluştuk. Hostel’in caddesinden metroya binip Merkez’e metrodan çıktığımızda gördüğümüz manzaraya inanamadık. 7’den 70’e HERKES formalı ve sanki zombi istilasından kaçıyor gibi bir araya toplanmışlardı. Yarısı stada doğru yürüyor, diğer yarısı da etraftaki mekanlarda yerlerini kapıyorlardı. Bizde oturduk bir mekana içecek bir şeyler söyleyip maçı izledik.

Maç sonunda hem bir şeyler içmek için hem de karnımızı doyurmak adına Imanol bizi hayatımın en lezzetli etlerinden birini yediğim bir mekana götürdü. Bilbao’da toplamda 2 yada 3 adet restoran var ve kendileri 1 ay sonrasına kadar rezervasyonu dolu şekilde çalışıyor. Bizim gittiğimiz yer daha çok lokal bar tarzı biyerdi.

Bu İspanya’nın bir çok yerinde görebileceğiniz bir olay, İspanyollarda akşam yemeği kültürü daha çok atıştırma üzerine kurulu. Bar, pub tarzı mekanlarda içkilerinin yanında ücretsiz verilen tavuk parçaları yada patates kızartmasıyla karınlarını doyurup günü kapatıyorlar.

Fakat madem yemeğe değindik o zaman churros’dan bahsetmeden geçemeyeceğim. Eğer İspanya’ya gidiyorsanız ister güne başlarken, ister gün içinde kahvenizin yanında, isterseniz de gece clubu çıkışı dağılmadan önce yemeni gereken bu tatlı, tam bir kalori bombası! fakat o kadar güzel ki her kalorisine değer!:) Bizim tulumba tatlısını düşünün fakat tulumba kadar şerbetli ve tatlı değil. Bu hamur tatlıyı size bardakta getirilen sıcak çikolatalı pudingte batırıp yiyorsunuz. Anlatırken acı çektim burda biraz…

Size çaktırmadan bir tatlı molası verdim, şimdi konumuza geri dönüyorum.

Barlar sokağında club tarzı hiç mekan yok. Ama her zevke uygun barlar mevcut. Biz karnımızı barlar sokağının girişindeki dönercide doyurmuştuk, hatta sahibi de Türk’tü. İspanya’nın bir çok şehrinde olduğu gibi burada da bira 1 buçuk Euro, şarap 1 euroydu. yani 3 tl’ye bir kadeh şarap içebiliyorsunuz. İnanılması güç çünkü burada dışarıda kadehine 18-20 tl istiyorlar.

Ben bir kaç kadeh şaraptan sonra mekanın içindeki temsili kumar makinesinin başına geçiyorum. Elimdeki bozukluklar bitene kadar diye söz verip sonra kendimi 20 Euro bozdururken buluyorum. Maalesef şarap bana çok yaramıyor sanırım:)

Gelelim son günümüze…

Guggenheim’de bizim hevesimizi kıran modern sanat ziyaretinden sonra acaba aynı şeyi yaşar mıyız önyargısıyla Güzel Sanatlar Müzesi‘ni ziyarete gidiyoruz. Ve karşılaştığımız çalışmalar, eserler karşısında bunu düşündüğümüz için bile kendimizden utanıyoruz. Hayatımda gördüğüm en etkileyici tabloları burda gördüğümü gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Gerçekten inanılmaz güzel Rönesans dönemi tabloları mevcut. Bu müzeye girişi çok net hatırlamıyorum ama 5 Euro gibi bir fiyatı vardı, pahalı değildi bu konuda eminim. Gerçekten 5 katına da değerdi bence!

Müzeden ağzımız açık, gözlerimiz sarhoş ve aşırı mutlu çıkıyoruz. Alışveriş caddesinde bir kaç mağazaya bakınıyoruz fakat açık söylemem gerekirse Bilbao’da fiyatlar Barcelona kadar uygun değildi. İndirim dönemi olmamasının da etkisi vardır tabiki ama yine de Türkiye’den almak çok daha akıllılık olacağı için Bilbao’da alışveriş işine çok düşmedik.

Sizlere Bilbao’yla ilgili hatırladığım, yaşadığım ne varsa anlattım. Kesinlikle bir düzen ve sanat şehri. Kendilerine özgü Bask insanlarını önce yadırgayacak sonra rahatlıkları sebebiyle onlara özeneceksiniz. Bol bol müze ve mimari görmeye, yemek yiyip çok ucuz fiyatlara sarhoş olabileceğiniz bu şehre en kısa sürede yolunuzun düşmesi dileklerimle.. İyi yolculuklar!

Ebru Tan