Interrail denilince insanın aklına genelde bir sırt çantası ve bir trenle o ülkeden bu ülkeye yapılan yolculuklar geliyor. Fakat bu yazımızdaki interrail macerası o ülkeden bu ülkeye değil, tek bir ülkede, her köşesi tarih kokan İtalya‘da geçen bir interrail hikayesi.

Gitmeden önce ilk adım tabiki de meşhur sırt çantanız. Bu mevzu özellikle bayan arkadaşlar için tam bir sınav. Şimdi başladı hemen vay efendim ben 1 ay gezeceğim sırt çantasına hangi eşyam sığsın, yok ben bavul alacağım’lar. Hemen o elindeki koca bavulu yere bırakıyorsun, en yakın sırt çantasına yapışıyorsun. Ve hayır efendim yanında küçük el çantası falan da götürmüyorsun, canına susadın herhalde trenden trene in bin, onu mu sürükleyeceksin peşinde! Ben oradan aldıklarım sırt çantama sığmamamaya başlayınca el bavulu alayım da onun içine doldurayım dedim, yemin ediyorum hayatımın hatası. İndir kaldır perişan oldum, üstelik küçücük bavuldu, kol kası yaptım da döndüm Türkiye’ye. Zor iş, hiç bulaşmayın. Interrail’de altın kural; az eşya, hafif çanta, keyifli seyahat.

Beylere zaten söylenecek söz yok, bir tshirt bir ayakkabı onların kafası rahat. Gerçi içinde ne kadar az eşya olursa olsun o çanta bir şekilde ağır oluyor onu da çözebilmiş değilim, bu çok ağır oldu vallahi bırakıcam ben bunu şurda diye diye bütün İtalya’yı gezdim, nasıl oldu ben de anlamadım. Bu çantaları da pasajların içinde rahatlıkla bulabilirsiniz bu arada. Ben askeri eşyalar satan bir dükkandan almıştım, iki kız içeri girdiğimizi gören satıcı siz burda napıyosunuz bakışı atınca biz sırt çantası almaya geldik demiştikte haaa çekmişti. Türlü türlü çeşitleri oluyor, almadan kurcalayın içine sığabilecek misiniz, neleri vardır neleri yoktur satıcınıza sorun, öğrenin.

Yapılması gerekenlerden biri de tabiki tren biletinizi ayarlamak. Interrail yaparken belirli bir süre kapsamında bir defadan fazla kullanabileceğiniz, sizin seçeceğiniz yer ve zamanda istediğiniz trene binme şansını sizlere tanıyacak ve daha ekonomik olan bu ”interrail global pass” biletleri ile ilgili ayrıntılı bilgiyi Gençtur ofisinden(Taksim’de Aznavur Pasajı içerisinde bulunuyor) ya da internet sitesinden alabilirsiniz: www.genctur.com.tr Biz gitmeden önce sadece İtalya içerisinde interrail yapacağımız için ‘‘interrail one country pass” adı altında geçen biletimizi ve bunun yanında İtalya’da öğrenci olduğumuzu kanıtlayacak ve bize indirim sağlayacak olan öğrenci kimlik kartımızı alıp öyle gitmiştik. (Bu kartla müze girişlerinde ve hatta bazı restoranlarda indiriminiz oluyor, bende bir süreden sonra alışkanlık oldu, girdiğim her yerde gösteriyordum indirim vardır siz bir buna bakın falan diye ki oluyordu da gerçekten)

İtalya’nın tren hattı da trenitalia‘dır, tren saatleri ve rotalar hakkında gerekli bilgiyi buradan alabilirsiniz: http://www.trenitalia.com/ Biletlerle ilgili son değinmemiz gereken şey kontrol durumu. Her trene binişinizde biletinizi kontrol edip işaretleyecekler. Malum türküz hepimiz, aklımızdan türlü çakallık geçiyor. Bazen kontrol olmuyor, doğrudur biz de iki kere öyle bedavaya getirmiştik tren yolculuğumuzu(bir de utanmadan söylüyorum), fakat kontrol olması durumunda ve yakalanmanız durumunda hoş olmayan cezalar var, işi usulünde yapın kazasız belasız atlatın bu macerayı. Bu arada bir seferinde bize arkadaşımla koltukları yan yana vermemiş görevli, ben karşımda çatır çatır cips, çikolata götürüp bir parça ikram etmeyen japonlarla gittim, o da bütün yol boyunca laptobundan yüksek sesle bir şeyler izleyip kendisini uyutmayan bir arkadaşla gitti. Trende dinleniriz hayaliyle binmiştik zombi gibi indik, dikkat edin arkadaşlarınızdan ayırmasınlar sizi, söyleyin yan yana versinler sonra benim gibi löp löp yemek yiyen turistler karşısında cama yapışıp insek de yemek yesem, üf ne yerim şimdi hayali kurarak 3,5 saat yolculuk yapmayın.

Kalacak yer konusu ise tabiki birçok kişinin de yaptığı gibi www.booking.com üzerinden ya da benzeri sitelerden fiyat karşılaştırarak halledebileceğiniz bir olay. Biz couchsurfing yaparak sadece 1 şehirde otelde kaldık, gerisi couchsurfer arkadaşlarımızın bizlere açtığı evlerinde geçti.

Peki nedir bu couchsurfing?

Öncelikle www.couchsurfing.com adlı siteye üye oluyorsunuz, buradan gideceğiniz
şehirdeki insanlarla iletişime geçip orada olacağınız günü ve saati belirtip uygun olup olmadıklarını soruyorsunuz. Olumlu bir dönüş alırsanız ister buluşup birlikte şehri gezersiniz(böylece insan vakit kaybından ve kaybolmaktan kurtulmuş oluyor, o şehirde yaşayan ve şehri avcunun içi gibi bilen insanlarla en güzel köşeleri görüp bilgi alabiliyorsunuz) isterseniz de eğer evlerini açıyorlarsa ve güvenilir buluyorsanız, evlerinde konaklayıp otel derdinden kurtulup böylece seyahatinizi daha ekonomik şekilde tamamlayabilirsiniz. Ve eğer isterseniz siz de Türkiye’de, kendi evinizde yurtdışından insanları ağırlayabiliyorsunuz tabiki. İyi ve düzgün insanlara denk gelirseniz çok güzel tecrübeler oluyor, benim bu site sayesinde İtalya’da tanışıp hala konuştuğum arkadaşlarım var mesela. Ama derseniz ki yok kardeşim hırsızı,delisi var ben kimseye güvenemem, oteller her köşe başında mevcut tabiki.

Bilet tamam, sırt çantası tamam, kalacak yer tamam. Hadi güle güle, interrail zamanı! 

Biz Türkiye’den trenle yola çıkmadık, uçakla Milanoya indik. Rotamız Milano, Verona, Venedik, Bologna, Floransa, Pisa, Siena, Roma şeklindeydi. Akşam 7 gibi Milano Malpensa havaalanına indikten sonra bir shuttle ile şehir merkezine gittik(10 euro ödedik bu shuttle’a). 8 gibi merkezdeydik ve hiçbir açık dükkan bulamadık, gördüğümüz ilk Mc Donalds’a yapıştık fakat maalesef ilerleyen saatlerde arkadaşım zehirlendi, bilindik tanıdık yer diye gittiğimz Mc Donald’s kızcağızın geceyi mide bulantılarıyla geçirmesine sebep oldu, yediğiniz her şeye dikkat edin. Bu arada Milano’da metro biletini 1 euroya almışız o zaman, şimdi fiyatlar nedir bilemiyorum ama çok da artmamış olsa gerek. Gelelim Milano’ya. Kafanızı nereye çevirseniz köpek gezdiren biri çıkıyor her köşe başından. Ayriyetten sürekli bir telaş içinde koşturan şık giyimli insanlar var, sürekli bir yoğunluk. Bu özelliğiyle İstanbul’u aratmıyor.

 

 

 

 

 

 

 

Tabi ben gezmeye başladığımız ilk andan itibaren hep resimlerde gördüğüm görkemli Duomo için koşturmaya başladım. Kocaman bir meydan, güvercinler, turistler, satıcılar(bazen çok yapışıyorlar hatta zorla bileğinize bileklik takıp para istiyorlar, haberiniz olsun) ve arkada da tüm ihtişamıyla Duomo size bakıyor. İçeri giriş paralı, çatıya çıkış da ekstra paralı. Merdiven ya da asansör seçenekleri var, merdiven daha ucuz tabiki. Yanlış hatırlamıyorsam 6 euro idi ücreti.

Duomo’ya kadar gelmişken aynı meydanda bulunan, hemen karşısındaki meşhur Galleria Vittorio Emanuele görülmeden de gidilmez tabiki. O çatının güzelliği, o bol ışıklı ortam. Mis gibi mis. Yan yana sıralı dükkanlar bulacaksınız burada, kesin girin ve gözatın.

Gelelim Castello Sforzesco’ya. Burası yemyeşil çimlerin arasında uzanan büyük bir kale. Bahçede gezmek ücretsiz fakat müzeler için ücret ödemeniz gerekecek.

Bir de es geçemeyeceğimiz tabiki de stadyum! Stadio Guiseppe Mezza ya da bir başka deyişle San Siro vaktiniz varsa görmeniz gereken atmosferlerden biri. Santa Maria delle Grazie Basilica’nın içinde ise Da Vinci’nin başyapıtı son yemek tablosu var, meraklısına. La Scala Opera Evi’de görülmesi gerekenler arasında.

Bu arada Milano’da en sevdiğim şeylerden biri ‘’Happy Hour’’ oldu. Bizi couchsurfer arkadaşımız apar topar bir bara götürmüştü happy hour var koşun bitecek,kaçıracağız diye.Biz ne ola ki bu nereye yetişiyoruz derken daha olayı kavrayamadan kendimizi yedikçe kalkıp birer tabak daha dolduran,ellerinde içkiler koyu muhabbete dalmış insan seli içinde bulduk.(Aklıma Cem Yılmaz’ın açık büfe muhabbeti gelmedi değil) Meğerse saat 18:00da başlayıp 21:30’a kadar süren bu happy hour içkinizi alıp ücretsiz konulan(ki genelde açık büfe gibi oluyor) çeşitli makarnalar, salatalar ve yemeklerden tabağınıza doldurup keyfini çıkartma saatleriymiş. Bu arada bir bira 4 euro civarında, ortamlar çok keyifli, yemekler çok lezzetli. Kaçırmayın Happy Hour’ları.

İkinci durak Verona. Romeo ve Juliet’in şehri.

İlk durak Juliet’in evi (Casa di Giulietta) O meşhur balkon karşılıyor hemen sizi. Şirin bir avlu gibi burası, Juliet’in heykeli ve hemen karşısında bir hediyelik eşya dükkanı ile. Girişteki duvarlar kalpler yazılar isimler dolu. Herkes Juliet’in bir göğsünü tutarak resim çektiriyordu, adettenmiş. Dokuna dokuna aşındırmışlar vallahi orayı, rengi solmuş, çok güldüm. Bahçeyi gezmek ücretsiz. Evin içine de giriliyor bu arada. Bu arada Romeo’nun evi diye geçen bir ev daha var yakınlarda, gitmişken onu da görün.

Bir diğer durak Bra meydanı ve tabiki Arena. Yani Roma’nın arenası olamaz tabiki ama bu arena da oldukça güzel gözüküyordu. Giriş 6 euro. Karşısında cafeler var, insanlar kahve, şarap içiyor muhabbet ediyor. Hemen buranın devamında alışveriş sokakları(Via Mazzini diye geçer) sizi karşılıyor ve tabi bununla birlikte bir kalabalık. Ünlü mağazaların hepsi burada sıralanıyor. Ve bu alışveriş sokağını takip edip sona ulaştığınızda ise karşısınıza çıkacak olan yer Erbe meydanı. Burada tam ortada bir ufakça bir havuz var ve çevresi restoranlar ile kaplı. Çok şirin bir meydan. Ortada birsürü hediyelik eşya satan kurulmuş çadırımsı dükkanlar var. Bu arada temmuz ağustos aylarında Verona Opera Festivali var, onun da bilgisini geçeyim.

 Pietra köprüsü, Bra ve Signori meydanları da görülmesi gereken yerler. Şehir manzarası görmek isteyenler de Torre del Commune’e gidebilir. Metrolar ise 1.10 euro.